“Bir garip adam Can”
Herhangi bir zaman diliminde, güneşten uzaklaşan bedenlerimiz soğuk ve karanlık hükümdarların hakimiyetine girmek üzereydi. Bir kehanet gibi beliriyordu sisli hava. Peki bu kalabalık şehrin bir anda yalnızlaşması, akıp giden zamanın durağan hissi ya da bir anlık sessizliği bozan, kaldırımı titreten, kalbi taştan olana korku veren ve şehri bir anlık yalnızlaştıran o ayak sesleri…
Duruyordu ve her adımı dinliyordu. Her adımda korkmamayı öğreniyordu. Yaklaşan sesler kimine korkuyu artırsa da onun için korku yok olmaya mahkum bir düşmandı. Ayak sesleri yaklaşıyor ve yaklaştıkça sislerin ardından bir beden aralanıyordu. İnsanlar öncelikle o ayakları görmek istercesine gözlerini yerden ayıramıyorlardı. Yavaş yavaş sislerin içinden bir beden aralanıyordu. Yerden göğe doğru uzanan, ayaklar çıplak, yorgun; fakat bir o kadar da hiddetli vuruşlardı. Yaklaşırken sesler ve beden bir kat daha büyüyordu. Yüz hatları netleşiyor. Kıyafetleri yıllanmış bir biçimde tarih kokuyordu. Yırtık, kopuk parçaları tarihin yok olmuş kültürlerini anımsatır gibiydi. Sökülmüş düğmeleri yıkılmış kaleleri, yırtık kısımları kılıç izlerini anımsatıyordu. Can, gelen o heybetli adamın tam karşısında duruyordu. Can adamın gözlerine baktı. Bedeni bir insan için korkulması gereken her şeyi oluşturmuştu. Zordu anlamak, zordu korkmamak. Bunun için görebilmek gerekiyordu gözlerdekini ve bunun için de derinine bakabilmek gerekiyordu. Adam o kadar alışmıştı ki ondan kaçanlardan, ne yapması gerektiğini öğrenmişçesine pek anlaşılmayan bir konuşma ile;
“Korkma benden. Ben kötü değilim.”
diye seslendi. Halbuki Can durduğu yerde zaten onu bekliyordu. Korkulacak biri olmadığını biliyordu ve hiç yerinden ayrılmadan onu bekledi. Adam yaklaştıkça ondan korkulmadığını anlıyordu. Ve yüzündeki yorgun çizgilerin yerini küçük bir çocuğun masum yüzüne bırakıyordu.
Yanından geçerken konuşmanın anlamsız olduğunu anladı ve gülmeye başladı. Belki de Can ona unuttuğu bir şeyi hatırlatıyordu. Adam da Can’a korkmamayı ve aslında önyargılı olmamayı öğretiyordu. Karşılıklı birbirlerine gülümserlerken adamın eli dokundu Can’ın omzuna. Minnettar kalırcasına… Gülmek, kalbini okşamıştı.
Artık gece hakimiyetini kurmuştu. Uzaklaşan ayak sesleri gecenin tek müziği halini aldı. Can, sislerin içine doğru yürüyen bir bedenin bu sefer gittikçe küçüldüğünü görüyordu. Can için uzaklaşan ayak sesleri başkaları için yakınlaşan ayak sesleri demekti. Ve korkuya, önyargıya teslim olan bedenler yollarını bu sesin geldiği yerden değiştiriyordu. Daha sonra Can’ın kulağına bir ses yankılandı.
“Dur korkma benden ! Ben kötü değilim…”
Can bu ses karşısında yüzünü düşürdü ve adamın diğer insanlar karşısındaki zorlanışını hayal etti. Sonra Can yoluna devam edecekken bir ses daha duydu.
“Biliyorum ! Sislerin ardından beni duyuyorsun. Bedenim uzaklaştıkça küçülüyor gözlerinde; fakat ben uzaklaştıkça sen büyüyorsun gözlerimde ve ben gülüyorum sen içimde büyüdükçe…”
Kimilerine göre garip ve ilginç görünüyordu adam; halbuki garip ve ilginç olan adam değil, adamın dışındaki her şeydi.